Müslüman’ın birinci özelliği, yüreğinde beyaz bir kıyamet beneği taşımaksa, ikinci işareti, yüzünden ve dudaklarından başlayarak duruş ve davranışlarına kadar sinen bir sabır atmosferini sahiplenmiş olmasıdır. Bir iş bir dakika önce olmaz, bir dakika sonraya da kalmaz. İşte sabır, bu kader sırrına ermektir. Keza bundandır: Sabır şuuruna varmış Müslüman, bir bakıma da kaderin şuuruna varmıştır. Kimi insanda sabır arı durudur, kimi insanda boz bulanık.
Gülümsemenin nasıl ki yüzün zekatı olduğunu biliyorsak, nasıl ki alacakaranlık, gecenin, fecir, gündüzün zekâtı ise takva da bir nevi ibadetin zekatıdır. Bunun gibi sabrında bir zekatı vardır. Sabrın zekatı cihaddır. Cihad, sabrın dinamiğidir. Müslüman’ın sabrı ölü bir sabır değildir. Bir doğum sancısı gibi yeni bir dünyaya gebedir. Onun sabrı geçmişin yükü altında ezilmez, susmaz. Geleceğe yönelik bir güven direnişidir. Kur'an'ın imandan ayırmayarak öğütlediği sabırdır bu.
Sabır yolculuğunun sonunda Müslüman, Yaratıcı’ya teslim olmuş kişidir. Her an O'nun kıyametine de kendini teslim etmeye hazır kişi. Kıyamet, sabrın çiçeğine su verir. Kur’an, kıyameti sık sık anar. Bizim kendimizi hazırlamamız demek, her an Yaratıcı'nın karşısına çıkacakmışçasına bir bilince ve yaşayışa sahip olmak demektir. Kıyamet öyle hayatla samimidir ki Müslüman’ın her zaman kendi kendini izleyen gözcüsü, bekçisi yapar.
Evvelden ahire her gelen bu yoldan gider. Peygamberlerden, sahabelerden ve velilere kadar uzayan sonsuz bir sabır örnekleri zincirinin son halkaları olmak gibi bir yüce sorumluluğu yüklenmişiz. Mekke’de Taif'de ve Uhud'da sabrın destan kahramanı son Peygamberin sabır dersinden bir ders almış mıyız?
Dua ile kalın, vesselam