''Gündüz düşleri'' kurmayı pek severim. Ve, arada bir,
onların içinde kaybolmalıyım.
Yürürken,
gezinirken veya dingin
bir anımda, zihnimde binlerce
hayal parçacıkları uçuşur.
Renk renk, biçim biçimdir o ''parçacıklar.'' Kimileri sevinç,
kimileri hüzün, bazıları
gönül kırıklığı, bir kısmı da, geleceğe dönük özlemler barındırır.
Gerçekçi olanlarının yanı sıra, düşsel ve fantastik olanları
da arada bir hınzırca gülümserler.
Birçok çığır açıcı,
dünyayı sarsıp sarsalayıcı parlak
fikirlerin ve sanat eserlerinin oluşması için paha biçilmez bir süreçtir,
“Gündüz düşleri''
Yazarların…
şairlerin, ressamların birer tatlı
belasıdır onlar… Gündüzlerini
bir renk cümbüşüne çevirirler.
''Gündüz
düşleri'', canlı ve
keskin duygulara, geniş ve kabına sığmaz hayallere, uçarı ve sıra
dışı bir ruha
sahip olan değerlerin
iç dünyalarında biteviye yankılanan bir tür çığlık, bir tür
''monolog''tur.
Dostoyevski…
Franz Kafka, Van
Gogh, Baudelaire, Tagore,
Rilke, Fernando Peso
gibi evrensel yazar ve şairler, “Gündüz düşleri''ni en yoğun, en renkli
yaşayan kişilerdir.
''Gündüz
düşleri''nin el değmemiş
bir güzelliği, insanı yıldızlara uçuran bir inceliği ve yüceliği vardır.
İnsanı, ipe sapa gelmez, boş, sığ, yüzeysel ve anlamsız
uğraşlardan uzak tutarlar.
Ve de, insanı büyü ve gizemle buluştururlar.
Küçük hesaplara demir
atmış, ucuz kurnazlıklara bel
bağlamış kişiler, varoluş sancısı yaşayamaz.
Güzellik özlemiyle yanıp tutuşamazlar.
Derin ve incelikli
duygulardan yoksundurlar; sığ sularda gezinip dururlar.
Daracık dünyaların… Minnacık
boşlukların adamıdır onlar. Bu yüzden de ince, zarif, uçarı hayaller
kuramazlar.
Bir çakımlık fikirle,
bir tutamcık hayal arasında gidip gelirler.
Hayata, farklı, özgün, yankı yapıcı bir şey katamadıkları
için de telef olup giderler.
Çevrelerine bir parıltı, ışıltı, gönül aydınlığı
yayamadıkları için karanlıklara
sığınır, bir gölgeye, bir
korkuluğa dönüşürler.
İçlerinde bir şelale çağıldamaz.
Sevincin, ışığın ve
paylaşımın türküsü yankılanmaz.